Uzun yaşamın sırları her zaman merak konusu olmuştur. Birçok insan sağlıklı bir yaşam için diyet yapar, sıkı egzersiz programlarına dahil olur ve yaşlanmayı geciktirmek için çeşitli yöntemlere başvurur. Ancak, son dönemlerde yapılan bir araştırma ve iki 100 yaşındaki kadının açıklamaları, bu alışıldık kalıpları sorgulamamıza neden oluyor. Gerçekten de uzun yaşamak için diyet ve egzersiz şart mı? İşte, bu sorunun yanıtı ve daha fazlası.
İki kadın, Ruth ve Mabel, henüz 20’li yaşlardayken hayatlarına önemli bir felsefe eklemiş ve bu felsefe onları uzun yaşama yolunda yönlendirmiş. Ruth, “Hayatım boyunca bir kez bile diyet yapmadım. Yiyecekleri sevgiyle yedim ve bunu her zaman beslenme rutinimle harmanladım,” diyor. Mabel ise, “Egzersiz yapmadım ama her fırsatta dans ederdim. En sevdiğim müzik eşliğinde dans etmek bana enerji verdi,” şeklinde ifade ediyor. Her ikisi de, beslenmenin ve fiziksel aktivitenin yanı sıra, hayatlarında uyguladıkları pozitif düşüncenin ve sosyal etkileşimin büyük bir rol oynadığını vurguluyor.
Uzun yaşam konusunda yapılan araştırmalar, stresin en büyük düşman olduğunu ortaya koyuyor. Ruth ve Mabel, hiçbir zaman stresli yaşamadıklarını, hayatın getirdiği zorluklara karşı her zaman gülümsediklerini belirtiyor. “Gülüşün, sağlığın anahtarıdır. Ben her zaman zor zamanlarda bile neşeli kalmaya çalıştım. İnsanları sevmek ve onları güldürmek, benim için en önemli şey oldu,” diyor Ruth. Mabel ise, doğanın ve güzel anların tadını çıkarmanın önemine dikkat çekerek, “Kendinize her gün bir gülümseme hediye edin. Hayat güzel ve neşeyle dolu,” diye ekliyor.
Longitudinal studies (uzun zamanlı çalışmalar) da benzer sonuçlar elde etmiştir. Sosyal bağların, duygusal mutluluğun ve zihinsel sağlığın, yaşam süresini uzattığı gösterilmiştir. Ruth ve Mabel’in hikayeleri, bu araştırmalarla örtüşüyor ve sosyal etkileşimin sadece duygusal değil, fiziksel sağlık açısından da faydalı olduğunu gözler önüne seriyor.
İkili, sağlıklı ilişkilerin ve arkadaşlıkların yanı sıra, yaşamlarının her alanına yaratıcı bir yaklaşım geliştirdiklerini belirtiyorlar. Ruth, “Her sabah uyandığımda, kendime yeni bir şey öğretmeye çalışıyorum. Yeni bir hobim oluyor ya da hiç bilmediğim bir yemek tarifini deniyorum,” derken Mabel, biraz daha yaratıcı ve esnek olmak gerektiğinin altını çiziyor. “Hayat sürprizlerle dolu, her gün yeni keşifler yaparak yaşamalıyız,” diyor.
Sonuç olarak, Ruth ve Mabel’in yaşadıkları, sağlıklı bir yaşam için katı diyet programlarının, ağır sporların ve stresli bir yaşam tarzının gerekliliğini sorgulatıyor. Onların deneyimleri, yaşamın tadını çıkarmanın ve pozitif bir zihniyetin, gerçekten de uzun yaşamanın anahtarları olduğunu gösteriyor. Herkesin kendi yaşam felsefesini oluşturması gerektiği mesajını veren bu iki kadından alacağımız çok şey var. Hayatınıza neşeyi ve öğrenmeyi sokarak, belki de 90'lı ve 100'lü yıllara yaklaşan bir yaşam süresinin peşine düşebilirsiniz.
Uzun yaşamın sırrı aslen, sağlıklı bir bedenin ötesinde; ruh ve zihin sağlığında gizli. Ruth ve Mabel’in tavsiyelerini dinleyerek siz de kendi uzun yaşam hikayenizi yazabilirsiniz. Unutmayın, her gün yeni bir güne uyanmak, hayata devam etmek ve güzellikleri paylaşmak için bir şans. Belki de uzun yaşamın gerçek sırrı, yaşamı dolu dolu yaşamakta ve basit şeylerden mutlu olmakta saklı!